31 Ağustos 2009 Pazartesi

hoşçakal bezim...

25 ağustos salı itibariyle lazımlık kullanımına resmen geçmiş bulunuyoruz. Hala çamaşırları ya da kıyafetleri üzerindeyken otursa da, en azından şimdilik tuvaleti geldiğinde haber verip, lazımlığa oturana kadar kendini kontrol edebiliyor. Gün içinde ev dışına çıktığımız zamanlar dışında hemen hiç bez bağlamıyoruz artık.

Devamlı üst baş yıkayıp duruyoruz ama hiç olmazsa ilerleme kaydetmiş olmak güzel. Kakası geldiğinde hala, "popomda bezim var mı" diye soruyor. Yoksa, bağlamamızı bekliyor. İş tamamen inada bindi yani. Onu da nasıl olsa aşarız diye şimdilik umursamıyorum.
Zaten kendisi de:
- Ben bu işi başardım galiba! demeye başladı.

Herşeyin bilincinde, cin gibi bir velet tarafından parmak ucunda oynatıldığımı bilmek biraz sinirimi bozsa da, şu anda daha iyi bir önerim yok ne yazık ki...havalar serinlemeden bu dertten kurtulsak yeter diye düşünüyorum...

28 Ağustos 2009 Cuma

zeynepten inciler -2

- dööön dööön pense
(kutu kutu pense ve dön dön kelebek remixi)

- ormanat bahçesine gidelim!

- bildiğiniz bir yerlerde bana göre kanat var mı?
- kanadı ne yapacaksın kızım?
- arı olmak, kelebek olmak istiyorum!

- kızım seni çok özledim.
- ben seni daha çok özledim, haberin olsun!

- bu çok komik bir masal oldu! (kendi anlattığı bir karma bir masaldan sonra yorumu)

- şimdi gelemem anne, ödevlerimi yapmak zorundayım!

- bugün nasılsınız hanımefendi? (uyanır uyanmaz bana ilk sorusu)

- nenecim, bugün yaylada çok güzel bir gün!

- baba beni yeterince hızlı sallamıyorsun!

- annecim sen benim tomurcuğumsun!

- bildiğiniz bir yerde bana göre kuyruk var mı?
- kuyruk mu?
- evet, kedi olmak, köpek olmak istiyorum...

13 Ağustos 2009 Perşembe

ve nihayet tatil...

Çıralı'ya gitmek üzere yola koyulduğumuzda saat 6 bile olmamıştı. amaç kahvaltı öncesi Zeynep uykudayken gidebildiğimiz kadar çok yol katedip, uzun bir kahvaltı molası ile dinlenmekti.

Evet, Zeynep bir süre sonra uyudu ve epeyce bir yol gittik, ama uyanınca, çıkmadan önce içtiği koca bir biberon sütü kusarak bizi korkuttu. Zira daha yolun yarısına bile gelmemiştik. Üst baş değişimi, oto koltuğunun ıslak mendille kırklanırcasına silinmesi, eczacı bir arkadaşımızdan teknik destek alınarak 100 mg'lık Emedur fitil uygulanması, kahvaltı, tekrar yol, tekrar mola ve nihayetinde yaklaşık 10 saatin sonunda Çıralı'ya varış.

Myland Nature adında Çıralı sahilinde birbiri sıra uzanan bungalow otellerden birinde kaldık. Deniz ve plaj yakın ve güzel, odalar temiz ve bakımlı, yemekler ortlamanın üzerinde ama Adana'dan gelen konuklara göre vasat, fiyatlar hafif pahalıca idi. Bungalowların meyve bahçesine açılıyor olması, kaybolma, düşme şaşma tehlikesi olmadan Zeynep'in kafasına göre takılabilmesi, kapımızın önündeki hamak ve etrafta gezinen tavuk, civciv ve kediler tatilin keyifli anlarıydı.

Myland Nature' ı çocukla gidilesi mekanlara ekliyorum.





"Plajda Zeynep" ise ayrı bir paragraf konusu. Elinde kovası küreği ya da kitabı ile patikada yola düşen minnoşum, her gördüğü şeyi (hergün tekrar tekrar) inceleyerek, bıdır bıdır yorumlar yaparak, minik ve çoook sakin adımlarla bizi bayarak (3 dk'lık yolu 10-15 dk'ya çıkarak) plaja vardı.



Sanki sürekli denize giriyormuşçasına alışkın, mutlu, sakin bizimle birlikte denizin tadını çıkardı. Ağzına gözüne kaçan sulara hiç aldırış etmeden, simitiyle neşeli neşeli takıldı . Uzun uzun suda, sonra biraz da tam dalgaların vurduğu kıyıda oynadık. Sonrası da kumdan kaleler tabii ki. Popoyu kuma koyduğu andan itibaren bıraksak saatlerce, doldur boşalt, ıslak kuru kaptırıp gidiyordu.


Sabah çok erken (7,5-8 gibi) akşam da 5den sonra denize gittiğimiz için sıcaktan ve güneşten rahatsız olmadan rahat rahat tadını çıkarabildik herşeyin. Deniz sonrası kahvaltı, oyun, kitap ve ailecek öğle uykuları, geç öğle yemekleri ve tekrar deniz...

Çok keyifli, huzurlu ve rahat bir tatil, göz açıp kapayana kadar bitti. Dönüşte risk almamak adına sahil yolu yerine daha düz ve sakin Konya üzerinden gelmeyi tercih ettik. Yolun neredeyse yarısını uyuyarak geçiren Zeynebim en ufak bir problem yaratmadı, (onca saat oto koltuğuna bağlı olmasına rağmen) kuş gibi geliverdik evimize.

Kuzucuğu çok özlemiş olan dayısı ve halası ile oynayarak geçirdi minnoşum akşamı. Sabah tekrar yayla yoluna düştük.

Yaylayı uzun uzun anlatmaya gerek yok.

Şahane bir manzara, tertemiz hava ve su, taptaze süt, yumurta, köy ekmeği, dalından kopardığımız fasulye, böğürtlen, mısır, şeftali, domates...



Sessizlik, huzur, mutluluk ve burnumda kızımın kokusu...

Daha ne isteyebilirim ki...