29 Haziran 2009 Pazartesi

Geldi..


Nihayet minnoşuma kavuştum. Arabadan iner inmez bir sarılışı vardı ki…öpüşe koklaşa çıktık yukarı ve tatataaam, eve çıkar çıkmaz bir düğün için Ankara’ dan gelen arkadaşlarımızı görüp şok oldu. Hemen kucağımıza kafayı gömdü tabii, odasına gitmek istedi. Sonra teker teker odasında bize katılan arkadaşlarımıza (aldıkları hediye oyuncakların da sempatisiyle) yavaş yavaş ısındı. Sonra da hünerlerini sergileyerek show yaptı. Esasında bana gayet normal gelen, rakamları, harfleri, renkleri, envai çeşit hayvanları (ahtapot, gergedan, deniz anası vb.) biliyor olması bizimkileri pek bir şaşırttı. Biz bunların çoğunu 4-5 yaşına, hatta ilkokula gidene kadar bilmiyorduk sanırım.

Ben sünger hafızalarının gösterilen her şeyi en fazla bir-iki defada kapabildiğini, önemli olanın bunlarla karşılaşması olduğunu düşünüyorum. Uzmanlar beynin ne kadar çok uyarılırsa ileti sistemlerinin o kadar çok gelişeceğini (bunun daha bilimsel bir söyleniş şekli vardı ama dönüp onu bulamayabilirim şimdi) söylüyorlar. Ee işleyen demir ışıldar tabii. (Lamark’ın “kullanılan organ gelişir, kullanılmayan körelir kuramı” nın atalarımızca söyleniş hali)

Eskiden annelerimizin ne zamanı ne de ellerindeki materyaller buna fırsat tanıyordu. Annemin hem tam gün çalışıp hem de üç çocuğun fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılayabiliyor olması bile bana ilginç geliyor. Hele ki o dönemlerde tam otomatik bulaşık-çamaşır makinası, hazır bez vb. olmadığı, tüm temizlik ve ev işlerinin yardım alınmadan yapıldığı düşünülürse akşam bir de oturup bizimle oynamasını, bir şeyler öğretmeye çalışmasını beklemek biraz haksızlık olur.

Şimdi ise elimizde o kadar çok eğitsel materyal/kaynak var ki, insanın birinden diğerine savrulmaması için gerçekten disipline olması gerekiyor. Anne-babalar için okuyacak kitap, araştıracak konu sınırsız. Şimdilik sadece ne ile ne zaman tanışması gerektiği, neyin ne zaman öğretilebileceğini takip edebiliyorum. Bunların yöntemleri de var elbette ama o kadar derine ne yazık ki inemiyorum. İçgüdüsel olarak ilerliyoruz. Esasında (Taylan’ın da dediği gibi) çok da kasmamak, illa şunu da bunu da yapalım diye heba olmamak, eksiklikler için suçluluk duymamak gerekiyor.

Neyse, yayla dönüşü ilk günümüze dönecek olursak, Zeynep oyuncaklarından ayrı kaldığı iki haftanın acısını gece 11’e kadar kesintisiz oynayarak çıkardı. Balkonda parmak boya, pastel boya, sulu boya çalışmaları, yapbozlar, legolar (Okan amcanın aldığı), çiftlik hayvanları, buzdolabı süsleri, yeni kitapları, bisiklet…Sadece akşamüstü 4 gibi baygın düşülerek (beraber) uyunan 1 saatlik uykuda popomuz yer gördü desem yeridir.

Yine de, canı sağolsun kızımın. Yanımda olsun da, ben yorulmaya razıyım…

16 Haziran 2009 Salı

yayla kızı...

hafta sonu zeynepciğimi yaylaya bıraktık. mis kokulu temiz hava, dedesi tarafından dikilmiş ve kuzucuğum ile birlikte büyüyecek meyve ağaçlarımız, papatyalar, güller ve akçadağ. önümüzdeki iki ay kim bilir nasıl da keyifli geçecek onun için. ben şimdiden odasına girip çıkamaz oldum özlemden. ama burada eve kapanıp kalmasından, apartman çocuğu olmasındansa ben özlem çekmeye razıyım tabii ki. taptaze peyniri, yumurtası, sütü, dalından kirazı, eriği, koyunu, kuzusu, tavuğuyla yaz sonuna al yanaklı pembe dudaklı bir yayla kızı olarak döner artık zeynepcim.

yaylaya varır varmaz önce geçtiğimiz yıldan kalma birkaç parça oyuncağına saldırdı. kırmızı başlıklı kız kitabını birçok kez okuduk. sonra etrafımızı tanıyalım, dedeyle dalından koparıp kiraz yiyelim, papatyaları inceleyelim derken hemencecik uyum sağladı ortama.

- annecim taşlarla oynamak çok güzel! bile dedi kamyonuna taş toprak doldurmaca oynarken. bir de hafif solmuş bir papatyayı "annecim bakar mısın bu çiçek eskimiş" diye yorumladı.

yanlız sanki ayrılacağımızı hissetmiş gibi kucağımdan, eteğimden inmedi tüm haftasonu. ben de birkaç defa, işe gideceğimizi onun yaylada dede ve babaannesi ile kalıp, birçok güzel şey yapacağını anlattım. Gözde ablası ile oynamak, bahçe sulamak, hayvanları sevmek, dedesi ile köyde gezmek gibi hoşuna gidebilecek şeylerle özendirmeye çalıştım. hiç itiraz etmedi, gitmeyin ya da beraber gidelim bile demedi.

el sallayarak, kucaklaşarak ayrılalım istiyordum ki, çıkış saatimize yakın kucağımda otururken uyuyakaldığı için vedalaşamadan ayrıldık.

uyanınca bir iki mızıldandıysa da ertesi gün tamamen normaline dönmüş bıdığım.
ne diyelim, o mutluysa ben de mutluyum.

ama şimdiden çoook özledim...

9 Haziran 2009 Salı

sakin bir haftasonu

Haftasonu Deniz’lerdeydik. Zeynep her zaman ki gibi önce biraz nazlandı. Kucağınıza gelmem, öptürmem uzaktan sevin modunda takıldı.
Sonra İrem’le oyuna daldılar. Bize sigara böreği ve kurabiye pişirip yedirdiler. Bir ara üzerimizden geçen uçakta hangisinin babası olduğuna dair inatlaştılar. (her iki baba da devamlı seyahatte olunca çocuklar uçakları babaları ile özdeşleştiriyor böyle)

Zeynep İrem’ e özenip pasta yedi, İrem Zeynep’e özenip ayran içti. Şöyle iştahlı, hafif obez yavrusu bir arkadaş lazım bizimkilere. İkisi de mızıl mızıl yemek gönülsüzü…

Günümüz çok keyifli (ve lezzetli) geçiyordu ki, kuzucuğumun duvardan inerken (hepi topu en fazla 30cm) düşüp kafasını çarpmasıyla biraz gerildik. Minnoş çok ağladı, sanırım biraz da bizim telaşımızdan korktu. Buz kompres ve lasonil ile olayı atlattık. Ama ya hala biraz canı yandığından ya da gördüğü ilgi hoşuna gittiğinden bütün akşam nazlandı da nazlandı hanımefendi. Ben ne olur ne olmaz diye uyutmamaya çalıştıkça (bişey olacağından değil ama yine de insan takmadan edemiyor) o sütünü içip uyumak üzere sızlandı durdu.

Bunca ağıt ve yorgunluğun üzerine çekilen deliksiz bir uykudan sonra ertesi gün yine bomba gibiydi. Kahvaltıda önce direnilen krebi sonra afiyetle yemece , kahvaltı sonrası beraber temizlik (tabii ki döke saça), fon kartonuna çıkartma yapıştırmaca, legolarla çiftlik, okul, gemi vs. yapmaca, birlikte (kucuş kucuş) şahane bir öğle uykusuna yatmaca, uykudan sonra Barış dayıyı esir almaca, beraber pizza yemece, leğendeki suda oyuncak yüzdürmece, balkon böylece kendiliğinden yıkanmaca, üst baş ıslatmaca, akşamüstü tahtalı parkta yüzüstü kayma öğrenmece, banyodan çıkmamak için direnmece ve uyumamak için binbir türlü masal anlatmaca, şarkı söylemece…

Haftasonları dinlenmek içindir. Anneler hariç…

5 Haziran 2009 Cuma

kızıma...

Günden güne büyüdüğünü görmek ne büyük keyif bilemezsin.

Bazen zaman dursa, sonsuza dek böyle mutlu, huzurlu, neşeli, sevgi dolu, minik kızımız olarak kalsan istiyoruz. (özellikle de baban :) ama sonra okula gittiğin, büyüyüp yetişkin, hatta anne olduğun günleri merak ediyorum. Kişiliğin az çok belli gibi; uyumlu, sakin ve sevecen. Ama içten içe kıpır kıpır ve ışıl ışıl. Gözlerinde ışık, gülüşünde içtenlik…

Son günlerde seninle daha az zaman geçirebilsek de, oyunlarımız, sohbetlerimiz giderek daha keyifli hale geliyor. Kendi kendine oyun kuruşunu, oyuncaklarınla mırıl mırıl konuşmanı çaktırmadan izlemekten kendimi alamıyorum.

Artık kendini ifade edebiliyorsun. İstediğin ya da istemediğin şeyleri, duygularını, fikirlerini anlatabiliyorsun. Görmemezlikten, duymamazlıktan gelip, espri yapabiliyorsun.

Küçük bir insan oldun sen kızım. Coşkuların, başarıların, aşkların yanı sıra acılar, hüzünler de göreceksin hayatta. Her duyguyu doyasıya, taa derinden hissederek yaşarsın umarım. Tadını çıkararak, hakkını vererek.

Güzel günlerin, zor günlerinden çok olsun bir tanem...

4 Haziran 2009 Perşembe

kendi kendime

İki günlük ayrılığımızdan sonra kuzucuk dün akşam pek bir cool davrandı. Yokluğumda bir tek kez bile anne diye tutturup ağlamaması da cabası. Yanında olmadığım anlarda mutlu ve huzurlu olduğunu bilmek beni rahatlatsa da insan yine de bozulmadan edemiyor. İki yaşında çocuk “ille de annem” demeli yahu.

Pztesi gecesi uyanıp babasının yanına gelmiş bıdık, babişin hazırladığı sütü içtikten sonra da sabah 8'e kadar deliksiz uyumuş. (hain köfte! cmtesi pazarları her türlü yalvarmama rağmen 7’yi zor ederiz)

Neyse, gelelim dün akşama. Ben eve 9 gibi gelebildiğimden, oynaşıp koklaşma faslı ile 10’u geçmişti yatağa gitmemiz. Her türlü uydurma masalın anlatılıp, dinlenmesi (2şer defa) sonrası, dandini ve damdan (bir tür kocanene ninnisi) da uykuya kar etmeyince, ben artık pes edip, gözleri hala cingöz cingöz bakmakta olan Zeynep’e “ aaa yeter artık, sen uyumak istiyor musun, istemiyor musun?” diye rest çektim.
O da restimi görüp “ ben kendi kendime uyuyacağım” deyip resmen beni defetti. 2 dakikaya kalmaz arkamdan gelir diye bekliyordum ki, kendi kendine uyudu gitti…

Sabah, mevzuyu hatırlattığımda “ben kendi kendime uyumayı başardım” derken ki ifadesi görülmeye değerdi. Bu yaşlarda birşeyler başarmanın sağladığı motivasyonu, hiçbir şey karşılamıyor sanırım.


5 haziran notu: ne yazık ki yine eski uyuma düzenimize döndük. tuvalete yapılan ilk kaka gibi kendi kendine uyuma da ilk ve tek oldu...